İçindekiler
Korkunun dört formu
Fritz Riemann’ın “Grundformen der Angst” (Temel Anksiyete Biçimleri) adlı kitabında tanımladığı dört temel kaygı biçimi şunlardır:
Değişim veya Tutarsızlık Korkusu:
Daha önce de belirtildiği gibi, bu tür kaygı istikrar, düzen ve öngörülebilirlik arzusuyla karakterize edilir. Bu tür kaygıyı yaşayan kişiler katı bir yaşam tarzına sahip olabilir ve yeni deneyimlerden kaçınabilirler. Değişime direnebilirler ve yeni durumlara uyum sağlamakta zorlanabilirler.
İlişkili Korku: Kaos veya öngörülemezliğin yarattığı korku.
Tezahür: Bu korku sıklıkla kontrol, rutin ve öngörülebilirlik için güçlü bir arzu olarak ortaya çıkar. Bu tür kaygıya sahip kişiler, yerleşik iş yapış şekillerinin bozulmasından korkabilirler ve bu da onları yeni deneyimlerden veya çevrelerindeki değişikliklerden kaçınmaya yöneltebilir.
İlgili Tür: Obsesif
Açıklama: Düzen, kontrol ve öngörülebilirlik ihtiyacı sıklıkla takıntılı kişilik özellikleriyle örtüşür. Takıntılı bir durumda bireyler, kurallarla, ayrıntılarla ve prosedürlerle, esnek olmayacak ve değişime karşı dirençli hale gelecek kadar meşgul olabilirler.
Sabitlik veya Kısıtlanma Korkusu:
Biyososyal Yorum: Bu korkunun kökleri, hayatta kalma aracı olarak istikrar ve rutini ön planda tutan evrimsel mekanizmalardan kaynaklanıyor olabilir. Sosyolojik olarak sosyal yapılar ve normlar istikrar ihtiyacını güçlendirerek bireylerin bu kaygıyı nasıl deneyimlediğini ve yönettiğini etkiler.
Çocukların Rolü: Erken çocukluk döneminde güvenli bağlanmanın gelişimi için istikrarlı bir ortam çok önemlidir. Bu korku, tutarsız bakım veya ortamlarla karşılaşan çocuklarda daha da kötüleşebilir.
Ebeveynlerin Rolü: İstikrarlı ve öngörülebilir bir ortam sağlayan ebeveynler bu tür kaygının hafifletilmesine yardımcı olabilir. Öte yandan, aşırı katı ebeveynlik çocuğun değişim veya tutarsızlık korkusunu yoğunlaştırabilir.
Hipnoterapi Kullanımı: Hipnoz, bilinçaltına erişmek ve değişime direnen düşünce kalıpları üzerinde çalışmak için kullanılabilir. Bu, bireyin daha uyumlu ve yeni deneyimlere açık olmasına yardımcı olabilir.
- Aşamalı Gevşeme: Terapist, değişimle başa çıkmanın yeni yollarını önermeden önce hastayı rahat bir duruma getirmek için aşamalı kas gevşeme tekniklerini kullanabilir.
- Olumlu Beyanlar: Hastanın daha uyumlu ve yeni deneyimlere açık olmasına yardımcı olmak için bilinçaltına onaylamalar yerleştirilebilir.
Sabitlik veya Kısıtlanma Korkusu:
Bu, değişim korkusunun tam tersidir ve tuzağa düşme, kısıtlanma veya sınırlandırılma korkusunu içerir. Bu kaygıya sahip insanlar genellikle özgürlüklerini veya bireyselliklerini kaybedebileceklerinden korkarak bağlılıklara ve uzun vadeli ilişkilere direnirler. Durgunluk korkusuyla davranışlarında tutarsız ve öngörülemez olma eğilimleri olabilir.
İlişkili Korku: Tuzağa düşme veya özgürlüğünü kaybetme korkusu.
Tezahür: Bu tür kaygıya sahip insanlar sürekli olarak huzursuz olabilir, rutinin algılanan monotonluğundan kaçınmak için daima yeni deneyimler arayabilir. Uzun vadeli taahhütler veya yükümlülükler fikri, sınırlandırılmışlık veya kısıtlanmışlık hissini uyandırabilir ve bu da kaçınma davranışlarına yol açabilir.
İlgili Tür: Histerik
Açıklama: Hapsedilme korkusu, duygusal değişkenlik ve dürtüsel eylemler gibi histerik özellikler olarak kendini gösterebilir. Bireyler, tuzağa düşürülme veya hapsedilme duygusundan kaçmanın bir yolu olarak dramatik davranışlarda bulunabilirler.
Biyososyal Yorum: Evrimsel bir perspektiften bakıldığında, kapatılma korkusu, keşif ve kaynak edinme ihtiyacıyla ilişkili olabilir. Sosyolojik olarak çağdaş yaşam tarzı ve bireyciliğe yönelik toplumsal baskılar bu kaygıyı daha da artırabilmektedir.
Çocukların Rolü: Çocuklar doğal olarak meraklı ve araştırmacıdır. Gelişimin erken aşamalarında bile bu özgürlüğün kısıtlanması bu tür kaygıyı besleyebilir.
Ebeveynlerin Rolü: Aşırı korumacı veya kontrolcü ebeveynler, çocuğun keşif ve bağımsızlık fırsatlarını sınırlayarak bu korkuyu daha da şiddetlendirebilir.
Hipnoterapinin Kullanımı: Kendini kapana kısılmış veya kısıtlanmış hisseden bireyler için hipnoterapi, bilinçaltı düzeyde özgürlük ve seçim duygusunu aşılamaya ve bu korkuların üstesinden gelmelerine yardımcı olabilir.
- Güdümlü İmgeleme: Terapist, hastaya özgürlük ve açıklık duyguları sunan sahneler boyunca rehberlik etmek için görselleştirme tekniklerini kullanabilir.
- Yeniden çerçeveleme: Bireyin ‘kısıtlama’ algısını daha tarafsız ve hatta olumlu bir şeye dönüştürmek için dilin kullanılması.
Ayrılma veya Terk Edilme Korkusu:
Bu kaygı türü, yalnız kalma veya terk edilme korkusuyla karakterize edilir. Bu korkuya sahip insanlar sıklıkla yakın ilişkiler ararlar ve başkalarına aşırı bağımlı hale gelirler. Reddedilme ve yalnızlık korkusuyla başkalarından güvence ve onay almaya güçlü bir ihtiyaç duyabilirler.
İlişkili Korku: İzolasyon veya yalnız bırakılma korkusu.
Tezahür: Bu, yakın ilişkileri sürdürmeye yönelik aşırı güçlü bir ihtiyaç ve terk edilme veya reddedilme korkusu olarak kendini gösterir. Bu kaygıya sahip kişiler genellikle duygusal destek konusunda başkalarına aşırı derecede bağımlıdırlar ve ayrılık veya tecrit deneyimlerinden kaçınmak için büyük çaba harcayabilirler.
İlgili Tür: Depresif
Açıklama: Bu tür kaygı, güçlü bir kaybetme veya ayrılma korkusunun olduğu depresif türlerle ilişkili olabilir. Değersizlik duygusu veya sürekli olarak dışarıdan onaylanma ihtiyacı depresif durumlarda yaygındır ve yalnız kalma korkusuyla uyumludur.
Otonomi: Bu tür için özerklik sınırlı olabilir çünkü yapılandırılmış ortamlara aşırı bağımlı olabilirler. Daha fazla özerkliğe ulaşmaya odaklanmak bir tedavi hedefi olabilir.
Sosyal (Sosyal): Sosyal etkileşimler, özellikle yeni veya öngörülemeyen durumları içeriyorsa, bir stres kaynağı da olabilir.
Uyarlanabilir: Genel olarak bu tür, iş, ilişkiler ve zihinsel sağlık dahil olmak üzere yaşamın çeşitli yönlerinde yansımaları olabilecek değişime uyum sağlamayı zor bulabilir.
Kendi Nesnelerini Yargılamak: Genellikle güçlü bir iç eleştirmene sahiptirler ve kendilerini sert bir şekilde yargılayabilirler, bu da depresif belirtileri daha da şiddetlendirebilir. Bu, başkalarının içselleştirilmiş temsillerinin kendi kendini yargılamada rol oynadığı kendilik nesnesi ilişkileri teorisi bağlamında anlaşılabilir.
Biyososyal Yorum: Yalnız kalma korkusu, sosyal bağlanma ve korunmaya yönelik evrimsel bir ihtiyaç olarak anlaşılabilir. Aile dinamikleri, sosyal beklentiler ve kültürel normlar gibi sosyolojik faktörler bu korkuyu daha da etkileyebilir.
Çocukların Rolü: Ayrılma korkusu genellikle erken bağlanma deneyimlerinden kaynaklanır. Güvenli bağlanan çocukların yoğun terk edilme korkusu geliştirme olasılıkları daha düşüktür.
Ebeveynlerin Rolü: Ebeveynler, çocuklarının ihtiyaçlarına duyarlı ve özenli davranarak güvenli bağlanma oluşturmada kritik bir rol oynarlar. İhmal veya tutarsız ilgi, terk edilme korkusunu besleyebilir.
Hipnoterapi Kullanımı: Teknikler, kendi kendine destek için iç kaynaklar oluşturmaya odaklanabilir, böylece dış doğrulamaya olan bağımlılığı azaltabilir ve yalnız kalma veya terk edilme korkularını hafifletmeye yardımcı olabilir.
- İçsel Çocuğun İyileşmesi: Hipnotik regresyon, geçmişte terk edilme korkusunun ilk kez kök saldığı anları ziyaret etmek ve bu anıların etrafındaki duygusal yükü değiştirmek için kullanılabilir.
- Kaynak Oluşturma: Hipnoz, bireyin içsel bütünlük ve kendi kendine yeterlilik duygusunu hissetmesine yardımcı olmak için kullanılabilir.
- Aşamalı Gevşeme: Sert iç eleştirmenle mücadele etmek ve zihinsel esnekliği kolaylaştırmak.
- Olumlu Beyanlar: Benlik saygısını artırmak ve kendini yargılama eğilimini dengelemek.
- Kılavuzlu Görüntüleme: Daha uyumlu ve daha az katı yaşam senaryolarını görselleştirmek.
- Ego Güçlendirme: Özerklik ve kendi kendine destek kapasitesini geliştirmek.
Fritz Riemann’ın çerçevesinde, depresif tip öncelikle değişim veya tutarsızlık korkusuyla ilgilidir ve bu, güçlü bir düzen, öngörülebilirlik ve yapıya duyulan ihtiyaç olarak kendini gösterir. Bu, e-bağlantı veya güven duygularından ziyade özerklik ile ilgili konularla daha uyumludur. Depresif tip için odak noktası genellikle dışarıdan gelen duygusal desteğe güvenmek yerine, kontrol sahibi olabilecekleri istikrarlı bir ortam yaratmaktır.
Bu bağlamda özerklik arzusu çoğunlukla değişim ve öngörülemezlikle ilgili kaygılardan kaçınma ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Yapılandırılmış ortamlara ve rutinlere aşırı bağımlı olduklarından, uyum sağlama veya esneklik gerektiren durumlarda gezinmeyi zor bulabilirler. Çoğunlukla korkularını hafifletmek için çevrelerini kontrol etmek isteme anlamında özerklik arzularlar.
Bununla birlikte, tüm insanların bağlantıya ve güvene bir miktar ihtiyacı vardır ve bu alanlardaki eksiklikler kaygı veya depresyon duygularını şiddetlendirebilir. Ancak Riemann’a göre depresif tipin temel kaygıları öncelikle güven sorunlarına değil, daha ziyade özerklik ve çevreleri üzerindeki kontrole ilişkin sorunlara odaklanıyor.
Kaynaşma veya Yakınlaşma Korkusu:
Ayrılık korkusunun aksine bu kaygı, başkalarıyla yakınlaşma ve yakınlaşma korkusunu içerir. Bu kaygıya sahip kişiler özerkliklerini korumak için başkalarını kendinden uzaklaştırabilir. Bir ilişkide kendilerini kaybetmekten ya da başka birine fazla bağlanmaktan korkabilirler, bu da onları derin bağlantılardan kaçınmaya yöneltebilir.
İlişkili Korku: Kişinin kimliğini veya özerkliğini kaybetme korkusu.
Tezahür: Bu korkuyu yaşayanlar, bağımsızlıklarını korumak için sıklıkla başkalarıyla önemli bir duygusal veya fiziksel mesafeyi korurlar. Başka bir kişiyle çok fazla iç içe olma düşüncesi dehşet vericidir ve sonuç olarak derin duygusal bağlardan kaçınabilirler.
İlgili Tür: Şizoid veya Kaçıngan
Açıklama: Her ne kadar Riemann’ın sınıflandırmasıyla mükemmel bir eşleşme olmasa da, bu kaygı türü şizoid veya çekingen kişilik tipleriyle karşılaştırılabilir. Başkalarıyla yakınlık nedeniyle kendini kaybetme korkusu, duygusal uzaklaşma veya sosyal etkileşimlerden çekilme olarak ortaya çıkabilir.
Biyososyal Yorum: Evrimsel biyoloji sosyal bağlanmanın önemini vurgularken, bu korku bireysel özerkliği ve kimliği korumaya yönelik bir mekanizma olarak ortaya çıkabilir. Kişisel alan ve özerklik etrafındaki toplumsal normlar katkıda bulunan faktörler olabilir.
Çocukların Rolü: Bazı çocuklar küçük yaşlardan itibaren bağımsız bir çizgi sergilerler. Yakınlık için onları çok fazla zorlamak bu tür kaygıyı tetikleyebilir.
Ebeveynlerin Rolü: Aşırı derecede iç içe geçmiş veya müdahaleci ebeveynlik stilleri bu korkuya yol açabilir, çünkü çocuk bireyselliğinin tehlikeye atıldığını hissedebilir.
Hipnoterapi Kullanımı: Hipnoz, bu tür kaygıları olan bireylerin yakınlık ve yakınlık algılarını yeniden çerçeveleyerek bu deneyimleri daha az tehditkar hale getirerek yardımcı olabilir.
- Egoyu güçlendirme: Hipnotik telkinler kişinin benlik duygusunu güçlendirmeyi, böylece bir ilişkide kendini kaybetme korkusunu daha az tehdit edici hale getirmeyi amaçlayabilir.
- Sınır Belirleme: Hipnotik teknikler, samimi ortamlarda daha güvenli hissetmek için kişisel sınırları görselleştirmeye ve zihinsel olarak belirlemeye yönelik egzersizleri içerebilir.
Riemann, bu dört temel kaygı biçiminin birbirini dışlamadığını ve bireylerin bunların bir kombinasyonunu yaşayabileceğini savundu. Davranışı, kişiliği ve ilişkileri etkileyerek çeşitli şekillerde ortaya çıkabilirler. Bu korkular sıklıkla güvenlik ve özgürlük, bağımlılık ve bağımsızlık, yakınlık ve mesafe, istikrar ve değişime yönelik çatışan arzulardan kaynaklanır.
Biyososyolojik
Biyolojik olarak genetik, çocukları belirli korku veya kaygı kalıplarına yatkın hale getirebilir.
Hormonal ve Nörolojik Faktörler:
Kortizol gibi hormonlar ve serotonin gibi nörotransmiterler, biyolojik bir destek sağlayarak bu kaygı tepkilerine aracılık etmede rol oynayabilir.
Toplumsal ve Kültürel Etkiler:
Ailenin yetiştirilme tarzı, kültürel geçmişi ve toplumsal beklentileri de içeren sosyal çevre, bu kaygıların nasıl ortaya çıkacağını ve yönetileceğini şekillendirebilir.
Sosyolojik olarak ebeveynlik ve çocuk yetiştirmeyle ilgili kültürel ve sosyal normlar, bu kaygıların nasıl beslendiğini ve yönetildiğini etkileyebilir.
Doğa ve Yetiştirme:
Biyososyolojik perspektif, bu kaygıların gelişimi ve tezahüründe doğuştan gelen yatkınlıklar (doğa) ile çevresel etkiler (yetiştirme) arasındaki etkileşime izin verir.
Biyososyolojik bir bakış açısı, bu korkuların gelişiminde hem doğuştan gelen biyolojik faktörlerin (doğa) hem de sosyal yetiştirilme tarzının (yetiştirme) birlikte çalıştığının altını çizer.
Psikopatolojiyi Şekillendiren Korku Formları:
Etki: Riemann’ın tanımladığı dört temel korku, bireyleri belirli türdeki psikopatolojik koşullara yatkın hale getirebilir. Örneğin, belirgin bir Değişim Korkusu olan bir kişi, obsesif kompulsif bozukluk geliştirmeye daha duyarlı olabilir.
Erken Gelişim: Bu temel korkular, ebeveynlik tarzları, sosyal çevre ve belki de genetik yatkınlıklar gibi çeşitli faktörler nedeniyle erken çocukluk döneminde oluşabilir. Daha sonra yaşamın ilerleyen dönemlerinde spesifik psikopatolojik koşullar olarak ortaya çıkabilirler.
Korku Formlarını Şekillendiren Psikopatoloji:
Alevlenme: Mevcut psikopatolojik koşullar, temel korkuları şiddetlendirebilir veya yoğunlaştırabilir. Örneğin, depresif bozukluğu olan bir kişinin Değişim Korkusu yoğunlaşabilir.
Tedavi: Psikopatolojik bir durumun başarılı tedavisi, karşılık gelen temel korkuyu hafifletebilir ve bu ikisi arasında dinamik bir ilişki olduğunu gösterir.
Tedavi
- Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)
Uygunluk: Kaygıyı sürdüren düşünce kalıplarını ve davranışları tanımlamaya ve değiştirmeye yardımcı olmak için tüm türler için faydalıdır. - Psikanalitik veya Psikodinamik Terapi
Uygunluk: Özellikle geçmiş deneyimlere veya bilinçdışı dürtülere bağlı derin korkuları veya “dehşeti” olan kişiler için geçerlidir. - İlaç
Uygunluk: SSRI’lar gibi antidepresanlar veya benzodiazepinler gibi anksiyete önleyici ilaçlar düşünülebilir. Bunlar genel olarak tüm türlerde faydalıdır ancak bireysel ihtiyaçlara göre uyarlanmalıdır. - Aile Terapisi
Uygunluk: Özellikle aile dinamiklerinin katkıda bulunabileceği Ayrılık Korkusu veya Kaynaşma Korkusu türleri için faydalıdır. - Farkındalık ve Stres Azaltma Teknikleri
Uygunluk: Bunlar, kaygı belirtilerini yönetmek ve duygusal düzenlemeyi geliştirmek için her tür için geçerlidir. - Maruz Kalma Terapisi
Uygunluk: Değişim Korkusu ve Sabitlik Korkusu türlerinin kontrollü bir ortamda yavaş yavaş korkularına maruz kalmaları için kullanışlıdır. - Kişilerarası Terapi
Uygunluk: Ayrılık Korkusu veya Kaynaşma Korkusu ile mücadele edenler için özellikle faydalıdır çünkü bu kaygılar sıklıkla ilişkilerde kendini gösterir. - Grup Terapisi
Uygunluk: Korkuları ve başa çıkma mekanizmalarını anlamak ve ifade etmek için sosyal destek ve bir platform sunduğundan her tür için yararlı olabilir.
Tarih
“Timor” kelimesinin uzun ve karmaşık bir etimolojisi vardır. “Korkmak” veya “korkmak” anlamına gelen Proto-Hint-Avrupa kökü *temo-‘dan türetildiği düşünülmektedir. Bu kök aynı zamanda Latince “korkmak” anlamına gelen “timere” kelimesinin de kaynağıdır.
“Timor” kelimesi ilk olarak M.Ö. 2. yüzyılda Latin dilinde kayıtlara geçmiştir. Korku, dehşet ve endişe gibi çeşitli duyguları ifade etmek için kullanıldı. Kelime aynı zamanda ölüm korkusu veya bilinmeyenin korkusu gibi belirli bir korku türünü ifade etmek için de kullanılıyordu.
Orta Çağ’da “timor” kelimesi daha spesifik olarak dini korkuyu ifade etmek için kullanılmaya başlandı. Kelimenin İncil’de kullanıldığı anlam budur ve burada sıklıkla “Rab korkusu” olarak tercüme edilir.
Timor kelimesi Rönesans ve Erken Modern dönemde de bu anlamda kullanılmaya devam etmiştir. Ancak aynı zamanda daha laik bir anlamda, her türlü korku veya endişeyi ifade etmek için de kullanılmaya başlandı.
“Timor” kelimesi bugün hem dini hem de laik bağlamlarda hala kullanılmaktadır. Aynı zamanda “timor mortis” (ölüm korkusu) ve “timor reverentiæ” (Tanrı korkusu) gibi bir dizi bileşikte de kullanılır.
Kaynak:
- Riemann, F. (1975). Grundformen der Angst [Basic Forms of Anxiety]. Reinhardt Verlag.
- Kohut, H. (1971). The Analysis of the Self: A Systematic Approach to the Psychoanalytic Treatment of Narcissistic Personality Disorders. International Universities Press.
- Kendler, K. S., Aggen, S. H., Knudsen, G. P., Røysamb, E., Neale, M. C., & Reichborn-Kjennerud, T. (2011). The structure of genetic and environmental risk factors for syndromal and subsyndromal common DSM-IV axis I and all axis II disorders. American Journal of Psychiatry, 168(1), 29-39.
- Hammond, D. C. (2010). Hypnosis in the treatment of anxiety- and stress-related disorders. Expert Review of Neurotherapeutics, 10(2), 263-273.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.