Tahmini okuma süresi: 6 dakika

 Ar ruˀyāˀ رؤيا  görüngü, düş Ar raˀā رَأَى gördü

Proto-Germen *draugmas “Aldatma, yanılsama, düşlem” → Almanca; der Traum, İngilizcede Dream

Bilinçsiz bir fantezinin (düşünceler, arzular) veya uykuda deneyimlenen ve rüya çalışmasıyla dönüştürülmüş içgüdüsel dürtünün sembolik bir ifadesi. REM uykusu sırasında ağırlıklı olarak (yaklaşık% 85) ortaya çıkan ve hatırlanabilen canlı, halüsinasyonlu, çoğunlukla görsel bir anlatıdır.

Bir rüya, uyku sırasında MSS tarafından özerk olarak üretilen istemsiz bir duygu ve duygu dizisidir. Bir rüyanın içeriği gerçek hayattaki durumlara işaret edebilir veya özgürce hayal edilen bir karaktere sahip olabilir.

Rüyaların bilimsel çalışmasına oneiroloji denir

Salvador Dalí

Rüyalar esas olarak uykunun REM aşamasında yüksek beyin aktivitesi ile ortaya çıkar. Bununla birlikte, diğer uyku evrelerinde de ortaya çıkabilirler. Bununla birlikte, REM fazındaki rüyalar diğer uyku fazlarındaki rüyalardan daha iyi hatırlanır. Rüyaların objektif uzunluğu uyku laboratuvarında belirlenebilir – birkaç saniye ila 30 dakika sürebilir. Rüyadaki öznel olarak hissedilen zaman, ondan önemli ölçüde sapabilir.

Genel olarak, rüya araştırması merkezi bir problemle karşı karşıyadır: hayalperest tarafından deneyimlendiği gibi rüya olayına ampirik bir bakış açısıyla doğrudan erişilemez. Hayal fenomenini araştırmaya yönelik farklı yaklaşımlar üç alana ayrılmıştır.

AlanÖrneklendirme
Fizyolojik yaklaşımlar, özellikle nörobiyolojiBeyin akımı ölçümleri (EEG), beyindeki uyku evrelerinin belirlenmesi, ilgili beyin yapılarının araştırılması, kalp atışı, solunum veya cilt iletkenliği gibi diğer hayati parametrelerin kaydedilmesi
Gözlenebilir uyku davranışıGöz hareketleri, kas seğirmeleri, pozisyon değişiklikleri, uzuv hareketleri (örn. Sıkışık yumruklar), beyindeki hedefli müdahalelerden sonra uyku sırasında hayvanların rüya görme davranışı
Deneysel psikolojiBelirli uyku evrelerinde uyku laboratuvarında spesifik uyanma sonrasında, uyku yoksunluğu deneyleri sırasında, uyurgezerlik dönemlerinden sonra, uykuya dalmadan önce kararlaştırılan göz hareketleriyle net rüya görme sonrasında veya sonrasında, dış uyaranların ve gündüz deneyimlerinin rüya üzerindeki etkilerini veya rüyaların uyanık yaşam üzerindeki etkisini incelemek

Psikolojik Açıklama:

Freudcu Yorum: Sigmund Freud rüyaların bilinçdışı zihne açılan bir pencere olduğunu öne sürdü. Rüyaların bastırılmış arzuların ve çözülmemiş çatışmaların sembolik ifadeleri olduğuna inanıyordu (Freud, S. (1900). “Rüyaların Yorumu”).
Jung Perspektifi: Carl Jung, rüyaların arketiplerle ve kolektif bilinçdışıyla bağlantısını vurgulayarak rüyaların anlayışını genişletti. Rüyaları bireysel gelişim ve kendini gerçekleştirmenin bir aracı olarak gördü (Jung, C.G. (1964). “Man and His Sembols”).

Freud’un Rüyalarda Sembolizm Yorumu:

Sigmund Freud, rüyaların genellikle daha derin, genellikle bilinçdışı düşünceler ve arzular için bir tür “kod” görevi gören semboller içerdiğini öne sürdü. Freud’a göre rüya sembolleri genellikle sosyal tabular veya kişisel engellemeler nedeniyle bilinçli zihin tarafından kolayca kabul edilmeyen düşünce ve fikirlerin yerine geçer. Örneğin, Freudyen rüya yorumunda, bir yılan cinsel arzuyu, bir ev benliği temsil edebilir, vb. Freud bu sembolleri ve yorumları çalışmalarında, özellikle de “Rüyaların Yorumu”nda geniş bir şekilde toplamıştır.

Freud bir dizi yaygın rüya sembolünü tanımladı:

  • Su: Bilinçdışı zihni temsil eder.
  • Ateş: Tutkuyu veya yaratıcılığı temsil eder.
  • Yılanlar: Cinselliği veya tehlikeyi temsil eder.
  • Evler: Benliği temsil eder.
  • Ebeveynler: Otorite figürlerini temsil eder.
  • Çocuklar: Benliğin halen gelişmekte olan yönlerini temsil eder.

Freud ayrıca rüyaların kolektif düzeyde olduğu kadar kişisel düzeyde de yorumlanabileceğine inanıyordu. Kişisel düzey, rüyayı gören kişi için anlamlı olan belirli sembolleri ifade eder. Kolektif düzey, kültürleri veya geçmişleri ne olursa olsun tüm insanlar tarafından paylaşılan sembolleri ifade eder.

Örneğin, yılan sembolü genellikle fallik bir sembol olarak yorumlanır, ancak bilgelik veya dönüşüm gibi başka anlamlara da sahip olabilir. Sembolün anlamı, rüyayı gören kişiye ve sembolle olan kişisel ilişkilerine bağlı olacaktır.

Freud ve Kolektif Bilinç:

Freud’un rüya sembolizmi teorisi büyük ölçüde bireysel psikoloji ve kişisel bilinçdışına odaklanmıştır. Rüyalarda ortaya çıkan sembollerin son derece kişisel olduğuna ve bireyin kendi yaşam deneyimleri, bastırılmış duyguları ve bilinçdışı arzuları bağlamında yorumlanması gerektiğine inanıyordu.

“Kolektif bilinç” veya “kolektif bilinçdışı” kavramı daha çok Freud’un çağdaşı ve bir zamanlar takipçisi olan Carl Jung ile ilişkilendirilir. Jung, tüm insanlık için ortak olan evrensel semboller veya “arketipler” olduğunu öne sürerek sembolizm fikrini kolektif bir düzeye kadar genişletti. Jung’a göre bu semboller sadece rüyalarda değil, aynı zamanda mitlerde, sanatta ve dinde de karşımıza çıkıyor ve Kahraman, Anne, Ölüm, Yeniden Doğuş vb. gibi evrensel deneyimlere veya fikirlere hitap ediyor.

Dolayısıyla Freud rüya sembollerinin bireysel bilinçdışı arzularla nasıl ilişkili olduğuna odaklanırken Jung daha kolektif bir yaklaşım benimseyerek rüya sembollerinin evrensel insan deneyimlerinden ve fikirlerinden nasıl yararlanabileceğine baktı.

Rüya Analizi:

Freud, rüyaların bir çeşit “dilek tatmini” olduğuna ya da bilinçdışı zihnin uyanık yaşamda bastırılan arzuları ve düşünceleri ifade etmesinin bir yolu olduğuna inanıyordu. Freud, “Rüyaların Yorumu” adlı kitabında bir rüyanın bileşenlerini, kişinin uyandığında gerçekten hatırladığı “açık içerik” ve gizli, sembolik anlam olan “gizli içerik” olarak ikiye ayırdı.

“Gizli” terimi gizli veya altta yatan bir şeyi ifade eder. Rüya analizi bağlamında “gizli içerik”, rüyanın ardındaki “açık içerik” tarafından maskelenen sembolik ve bilinçdışı anlamdır. Gizli düşünceler ve arzular bilinçli zihin tarafından kolaylıkla erişilebilir değildir ancak psikanalitik teknikler aracılığıyla ortaya çıkarılabilir.

Bilinçaltının Ortaya Çıkışı:

Freud, Id (ilkel arzular), Ego (rasyonel, karar verme bileşeni) ve Süperego’dan (ahlaki vicdan) oluşan üçlü bir zihin yapısı öne sürdü. Bilinçaltı (ya da bilinçdışı), bilinçli farkındalığımıza anında erişilemeyen ancak davranışlarımızı ve duygularımızı etkileyen düşünceleri, anıları ve arzuları içeren zihnin bir parçasıdır.

Alman psikiyatrist ve psikanalist Stavros Mentzos’un rüya analizi konusunda Freud’un klasik teorilerinden farklı bir yaklaşımı vardı. Freud, rüyaları bir “dilek tatmini” biçimi olarak anlamanın ve rüyaları açık ve gizli içeriklere ayırmanın temelini atarken, Mentzos bu çerçeveyi genişletti.

Mentzos ve Freud arasındaki farklar:

Bağlamsal Anlama:

Mentzos, rüyaların bireyin yaşam durumu ve psikodinamik durumu bağlamında anlaşılması gerektiğini vurguladı. Rüyaları kesinlikle arzuların gerçekleşmesinin temsili olarak görmedi, aynı zamanda onları bireyin devam eden psikolojik çatışmalarının veya dinamiklerinin ifadeleri olarak da değerlendirdi.

Yapısal Analiz:

Mentzos daha çok rüya içeriğinin yapısal yönlerine odaklandı. Freud öncelikle semboller ve onların gizli anlamlarıyla ilgilenirken, Mentzos kişinin iç çatışmalarını veya duygusal durumunu anlamak için rüyanın yapısına baktı.

Bilişsel Yönler:

Mentzos, bilişsel bilimi yaklaşımına dahil ederek rüya mekaniğinin daha incelikli bir şekilde anlaşılmasına olanak sağladı. Analizinde mantıksızlıklar ve tutarsızlıklar gibi faktörler de dahil olmak üzere rüyaların “biçimsel özelliklerini” dikkate aldı.

Duygusal Temalar:

Mentzos, öncelikli olarak bireysel rüya öğelerinin sembolik yorumuna odaklanmak yerine, rüyalarda mevcut olan genel duygusal temaları da değerlendirdi ve bunların rüya görenin içsel durumunu anlamada merkezi öneme sahip olduğunu savundu.

Cinsel Sembollere Daha Az Vurgu:
Freud sıklıkla rüya sembollerine cinsel yorumlar verirken, Mentzos bunu birçok olası yorum yolundan biri olarak görme eğilimindeydi ve bağlamsal olarak alakalı olmadıkça cinsel yönlere daha az vurgu yapıyordu.

Özetle, Stavros Mentzos’un rüya analizine yaklaşımı daha bütünleştiricidir; sembolik anlamların yanı sıra rüya görenin yapısını, duygusal içeriğini ve yaşam koşullarını da dikkate alır.

Nörobiyolojik Açıklama:

Aktivasyon-Sentez Hipotezi: J. Allan Hobson ve Robert McCarley tarafından öne sürülen bu hipotez, rüyaların REM uykusu aşamasında beyindeki rastgele sinirsel ateşlemelerin bir sonucu olduğunu ileri sürmektedir. Bu sinyaller daha sonra yüksek beyin fonksiyonları tarafından tutarlı bir anlatı halinde sentezlenir (Hobson, J.A., McCarley, R.W. (1977). “The Brain as a Dream State Generator: An Activation-Synthesis Hypothesis of the Dream Process”).

Sürekli Aktivasyon Teorisi: Aktivasyon-Sentez modelini temel alan bu teori, rüya görme sürecinin beyin bağlantısını kolaylaştırmaya yardımcı olduğunu ve hafıza pekiştirme ve problem çözme için gerekli olduğunu öne sürüyor.

Tehdit Simülasyon Teorisi: Antti Revonsuo, rüyaların, tehdit edici durumları simüle ederek, bireyi gerçek hayattaki benzer durumlarla başa çıkmaya hazırlayarak evrimsel bir amaca hizmet ettiğini ileri sürmüştür (Revonsuo, A. (2000). rüya görmenin işlevi”).

İkili Süreç Teorisi: Mark Solms, rüya görmenin REM dışı uyku sırasında da meydana geldiğini öne sürerek rüya görmede birden fazla beyin mekanizmasının rol oynayabileceğini belirtti. Bu teori rüya görmede hem dopaminin hem de asetilkolinin rolünü dikkate alır.

Nörobilişsel Modeller: Bu modeller rüya görmenin hem nörobiyolojik hem de bilişsel yönlerini bütünleştirir. Rüya görmenin belirli bir uyku durumunda ortaya çıkan bir tür bilişsel aktivite olduğunu ve hem REM hem de REM olmayan rüyaların farklı bilişsel ve duygusal işlevlere hizmet edebileceğini öne sürüyorlar.

Bilgi Konsolidasyon Teorisi: Bu teori, rüya görmenin altında yatan nörobiyolojik süreçlerin, uyanık yaşamdaki anıları ve bilgileri birleştirmeye hizmet ederek insanların bu bilgilere daha sonra erişmesini ve geri almasını kolaylaştırabileceğini öne sürüyor.

Sinir Ağı Teorileri: Bazı araştırmacılar rüya görmenin sinir ağlarını budamaya veya güçlendirmeye yardımcı olduğunu öne sürüyor. Bu sayede gereksiz bağlantılar ortadan kaldırılır ve önemli bağlantılar güçlendirilir.

Nörotransmitterlerin Rolü: Serotonin, dopamin ve asetilkolin dahil olmak üzere çeşitli nörotransmitterlerin uyku ve rüya görmenin kontrolünde rol oynadığı düşünülmektedir. Dengeleri ve etkileşimleri rüyaların içeriğini ve duygusal tonunu etkileyebilir.

  • Rüya görmenin bilişsel hipotezi, rüyaların bir biliş veya düşünme biçimi olduğunu belirtir. Bu teori, rüyaların sadece rastgele görüntüler olmadığını, aynı zamanda anlamlı olduklarını ve düşüncelerimizi, duygularımızı ve deneyimlerimizi anlamak için kullanılabileceğini savunuyor.
  • Rüya görmenin duygusal işleme hipotezi, rüyaların gün içinde yaşadığımız duyguları işlememize yardımcı olduğunu belirtir. Bu teori, rüyaların duygularımızı güvenli ve tehdit edici olmayan bir ortamda ifade etmemize ve keşfetmemize olanak sağladığını savunuyor.
  • Rüya görmenin hafıza pekiştirme hipotezi, rüyaların anıları pekiştirmemize yardımcı olduğunu belirtir. Bu teori, rüyaların anıları güçlendirmemize ve düzenlememize yardımcı olduğunu ve hatırlamayı kolaylaştırdığını savunuyor.
  • Rüya görmenin yaratıcılık hipotezi, rüyaların daha yaratıcı olmamıza yardımcı olabileceğini belirtir. Bu teori, rüyaların yaratıcılığın kaynağı olabilecek bilinçaltı zihinlerimize erişmemize izin verdiğini savunuyor. REM uykusunda yer alan beyin sapının bir parçası olan pons’ta artan aktivite.
  • Beynin duygularla ilgili kısmı olan limbik sistemde artan aktivite.
  • Beynin görmeyle ilgili kısmı olan görsel kortekste artan aktivite.
  • Beynin mantık ve muhakeme ile ilgili kısmı olan prefrontal kortekste aktivite azalması.

Kaynak:

  1. Freud, S. (1900). “The Interpretation of Dreams.” Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud (Vol. 4 & 5). London: Hogarth Press.
  2. Jung, C.G. (1964). “Man and His Symbols.” New York: Doubleday.
  3. Hobson, J.A., McCarley, R.W. (1977). “The Brain as a Dream State Generator: An Activation-Synthesis Hypothesis of the Dream Process.” The American Journal of Psychiatry, 134(12), 1335-1348.
  4. Revonsuo, A. (2000). “The reinterpretation of dreams: An evolutionary hypothesis of the function of dreaming.” Behavioral and Brain Sciences, 23(6), 877-901.
  5. Mentzos, S. (1991). Neurotische Konfliktverarbeitung: Einführung in die psychoanalytische Neurosenlehre unter Berücksichtigung neuerer Perspektiven. Fischer.
  6. Mentzos, S. (1984). Phänomenologie und Dynamik der Depression: Versuch einer Synthese. Vandenhoeck & Ruprecht.
  7. Freud, S. (1900). The Interpretation of Dreams. Hogarth Press.
  8. Jung, C.G. (1968). Man and His Symbols. Doubleday.
  9. Solms, M. (2000). Dreaming and REM sleep are controlled by different brain mechanisms. Behavioral and Brain Sciences, 23(6), 843-850.
Facebook Yorumları