Latincedeki deprimere (aşağıya doğru bastırmak) fiilinin edilgen çatısının ismidir.
- Depresyon, sürekli bir üzüntü, ilgi kaybı ve isteksizlikle kendini gösteren bir ruhsal hastalıktır.
- Depresyondaki kişilerin iştahı ve uykusu değişir, cinsel ilgileri azalır, içlerine kapanırlar, özgüvenleri düşüktür ve sıklıkla ölümü düşünürler.
- İntihar en ciddi komplikasyondur.
- Olası nedenler arasında beyindeki nörotransmitter sistemlerinde bir değişiklik, kalıtım, stres, travma ve hormonal değişiklikler yer alır.
- İlaç tedavisi için antidepresanlar ve gerekirse diğer psikotrop ilaçlar kullanılır. Antidepresan etki tipik olarak iki ila dört haftalık bir gecikmeyle ortaya çıkar. Bu arada, hızlı etki başlangıcı olan antidepresanlar da mevcuttur.
ICD-10’a göre sınıflandırma | |
---|---|
F06.3 | Organik ruh hali bozuklukları |
F20.4 | Post şizofrenik depresyon |
F25.– | Şizoaffektif bozukluklar |
F31.– | Bipolar duygudurum bozukluğu |
F32.– | Depresif epizod (bölüm) |
F33.– | Tekrarlayan depresif bozukluk |
F34.- | Kalıcı duygudurum bozuklukları |
F41.2 | Anksiyete ve depresif bozukluk, karışık |
F53.0 | Lohusa’daki hafif zihinsel ve davranışsal problemler (başka yerde sınıflandırılmamış) |
F92.0 | Depresif bozukluk ile sosyal davranış bozukluğu |

Bir duygudurum affektif bozukluğudur.
- Düşük ruh hali ve aktiviteden kaçınma durumudur.
- Bir kişinin düşüncelerini, davranışlarını, motivasyonunu, duygularını ve esenlik duygusunu etkileyebilir. Üzüntü, düşünme ve konsantrasyonda zorluk, iştahta ve uykuda harcanan zamanda önemli bir artış veya azalma olabilir. Depresyon yaşayan insanlar çaresizlik, umutsuzluk ve bazen intihar düşünceleri yaşayabilir.
- Kısa veya uzun vadeli olabilir. Depresyonun temel belirtisinin, genellikle insanlara neşe getiren bazı etkinliklerde ilgi kaybını veya zevk hissini ifade eden anhedonya olduğu söylenir.
- Depresif duygudurum, majör depresif bozukluk veya distimi gibi bazı duygudurum bozukluklarının bir belirtisidir; sevilen birinin kaybı gibi yaşam olaylarına normal bir geçici tepki; Ve aynı zamanda bazı fiziksel hastalıkların bir belirtisidir ve bazı ilaçların ve tıbbi tedavilerin bir yan etkisidir.
İçindekiler
Epidemiyoloji
Depresyon sınır tanımayan bir salgındır. DSÖ’nün istatistikleri, çeşitli kıtalarda, sosyo-ekonomik kökenlerden ve yaş gruplarından 300 milyondan fazla insanın bu zayıflatıcı durumdan muzdarip olduğunu göstermektedir. Depresyonun yaygın doğası, onu hafifletme ve tedavi için uluslararası işbirlikçi çabalar gerektiren acil bir halk sağlığı sorunu haline getiriyor.
İntiharla İlişkisi
Belki de depresyonun en endişe verici özelliklerinden biri intiharla yüksek korelasyonudur. Depresyon sadece bir risk faktörü değil aynı zamanda intiharla en çok ilişkilendirilen birincil psikiyatrik hastalıktır. Depresyon tanısı alan kişilerde intihar düşüncesi, girişimi ve tamamlanmış intihar riski oldukça yüksektir. Bunun sadece birey için değil aynı zamanda aileler, toplumlar ve sağlık sistemleri için de ciddi etkileri vardır.
Depresyonun Nedeni
Depresyonun etiyolojisini anlamak karmaşıktır ve çok yönlü bir yaklaşımı gerektirir. Depresyon nadiren tek bir faktörün sonucudur; daha ziyade genellikle genetik, biyokimyasal, psikolojik ve çevresel etkilerin birleşiminden ortaya çıkar.
Genetik faktörler
Güçlü kanıtlar depresyona genetik yatkınlığı desteklemektedir. İkizleri ve aileleri kapsayan çalışmalar, tek yumurta ikizlerinden birinin depresyona sahip olması durumunda, diğer ikizin de bu duruma yakalanma olasılığının, çift yumurta ikizleri veya diğer kardeşlerle karşılaştırıldığında önemli ölçüde daha yüksek olduğunu göstermiştir.
Biyokimyasal Faktörler
Beyindeki, özellikle serotonin, dopamin ve norepinefrini içeren nörotransmitter dengesizlikleri sıklıkla depresyonla bağlantılıdır. Bazı antidepresanlar bu dengesizlikleri düzeltmeyi amaçlamaktadır, ancak kesin mekanizmalar henüz tam olarak anlaşılmamıştır.
Psikolojik faktörler
Bilişsel teoriler (Aaron T. Beck’in bilişsel teorisi gibi) ve psikodinamik teoriler (Freud’un bilinçdışı çatışma teorisi gibi) dahil olmak üzere çeşitli psikolojik teoriler, depresyon için açıklamalar sunmaktadır. Düşük benlik saygısı, karamsar dünya görüşü ve olumsuz düşünce kalıpları gibi faktörler depresyonun başlangıcına ve süresine katkıda bulunabilir.
Psikodinamik Gelişim Aşamaları ve Depresyonun Oluşumu
Psikodinamik teoride, özellikle Sigmund Freud ve Erik Erikson gibi isimler tarafından kavramsallaştırıldığı haliyle, insan gelişimi çeşitli aşamalara ayrılmıştır. Her aşamanın kendine ait görevleri, çatışmaları ve potansiyel sonuçları vardır. Depresyon, bu gelişimsel yörüngenin farklı noktalarında ortaya çıkabilir ve kökenleri, çözülmemiş çatışmalara veya bu aşamalarda ortaya çıkan sorunlara kadar uzanabilir.
Erken çocukluk
Freudyen terimlerle söylersek, yaşamın erken evreleri (Oral, Anal ve Fallik) daha sonra depresyona zemin hazırlayabilir. Örneğin, bu erken aşamaların zorluklarıyla etkili bir şekilde baş edemeyen bir birey, Freud’un “sabitlenmeler” olarak adlandırdığı ve daha sonraki yaşamda depresif belirtiler olarak ortaya çıkabilen durumları geliştirebilir.
Gizlilik Aşaması ve Ergenlik
Kabaca Erikson’un “Çalışmaya Karşı Aşağılık” ve “Kimlik Karşıtı Rol Karışıklığı” aşamalarına karşılık gelen gizlilik aşaması ve ergenlik sırasında, öz değer ve kimlik etrafında çatışmalar ortaya çıkabilir. Buradaki çözülmemiş sorunlar, genellikle düşük özsaygı ve kimlik krizleriyle karakterize edilen ergen veya yetişkin depresyonuna katkıda bulunabilir.
Yetişkinlik
Yetişkinlikte Erikson’un “Yakınlığa Karşı İzolasyon” ve “Üretkenliğe Karşı Durgunluk” gibi aşamaları devreye giriyor. Anlamlı ilişkiler kurmadaki veya topluma katkıda bulunmadaki başarısızlık, izolasyon veya durgunluk duygularına yol açabilir ve potansiyel olarak orta yaş krizleri veya depresif dönemlerle sonuçlanabilir.
Geç Yetişkinlik
Yetişkinliğin sonlarında, “Dürüstlük ve Umutsuzluğa Karşı” aşaması kişinin hayatı ve başarıları üzerine düşünmeye odaklanır. Bu aşamadaki olumsuz bir sonuç umutsuzluğa, pişmanlığa ve muhtemelen depresyona neden olabilir.
Genel Değerlendirmeler
Psikodinamik teorinin depresyonu anlamaya yönelik birçok çerçeveden biri olduğunu belirtmek önemlidir. Uzunlamasına bir bakış açısı sunarak depresyona karşı hassasiyetin daha önceki yaşam deneyimlerinden kaynaklanabileceğini öne sürüyor. Ancak depresyon çok faktörlüdür; genellikle genetik, çevresel ve durumsal faktörlerin birleşiminden kaynaklanır.
Gelişim Çağında Depresyonun Özerklik Üzerindeki Etkisi
Özerklik, bağımsız olarak karar verme, kendi kendini kontrol etme ve minimum dış etkiyle hedefleri takip etme kapasitesini ifade eden kritik bir gelişimsel kilometre taşıdır. Çocukluktan ergenliğe kadar olan gelişim çağlarında özerklik kişisel, sosyal ve duygusal gelişim için hayati öneme sahiptir. Ancak depresyon özerkliğin kazanılmasını ve ifade edilmesini önemli ölçüde etkileyebilir. Aşağıda depresyonun bu önemli gelişimsel varlığı nasıl etkilediğini inceliyoruz.
Karar Vermeye Etkisi
Bağımsızlığın temel yönlerinden biri karar verme yeteneğidir. Çaresizlik ve umutsuzluk duygularıyla karakterize edilen depresyon, çoğu zaman özerk karar verme için gereken güveni aşındırır. Depresyonlu gençler, küçük kararlar için bile ebeveynlerine, velilerine veya arkadaşlarına aşırı derecede güvenebilir ve bu da onların kendi kendine güvenme yeteneklerini engelleyebilir.
Duygusal Düzenleme ve Öz Kontrol
Özerklik, genellikle depresyonda tehlikeye giren duygusal öz düzenlemeyi içerir. Ruh hali değişimleri, sinirlilik ve duygusal kontrol eksikliği bağımlı davranışlarla sonuçlanabilir. Birey, duygusal özerklik kapasitesini sınırlayarak ailesinden ve arkadaşlarından sürekli duygusal desteğe ihtiyaç duyabilir.
Sosyal Gelişim
Depresyon sıklıkla özerkliğin gelişimine aykırı olan sosyal geri çekilme ve kaçınma davranışlarına yol açar. İletişim, müzakere ve ilişki kurma ve sürdürme yeteneği gibi sosyal beceriler özerklik için hayati önem taşır ancak depresyondan muzdarip bireylerde sıklıkla engellenir.
Akademik ve Mesleki Etki
Özerklik, sorumluluk ve hırs duygusunu teşvik ettiği için akademik ve mesleki başarı için çok önemlidir. Depresyon konsantrasyonu etkileyerek akademik başarısızlığa neden olabilir ve bu da bireyin kariyer hedeflerine yönelik özerk arayışını etkiler.
Uzun Vadeli Sonuçlar
Gelişim çağındaki depresyon ele alınmazsa yetişkinlikte özerkliğin kazanılmasında uzun vadeli sonuçlar doğurabilir. Bireyler bağımsız yaşamayı, mali durumu yönetmeyi ve hatta dışarıdan yardım almadan günlük yaşam kararlarını almayı zor bulabilirler.
Depresyonun gelişim çağındaki özerklik üzerindeki etkisi derindir; yaşamın duygusal, sosyal ve hatta mesleki yönlerini etkiler. Psikoterapi ve ilaç tedavisi yoluyla zamanında müdahale, bu etkilerin azaltılmasına yardımcı olabilir, bireyin özerkliğini geri kazanmasına ve dolayısıyla yaşam kalitesinin artmasına yardımcı olabilir.
Çevresel faktörler
Sevilen birinin kaybı, boşanma veya yüksek düzeyde stres gibi yaşam olayları depresyon ataklarını tetikleyebilir. Ayrıca ayrımcılık ve sosyal izolasyon da dahil olmak üzere kültürel ve toplumsal baskılar da rol oynayabilir.
Komorbidite ve Diğer Tıbbi Durumlar
Depresyon sıklıkla anksiyete bozuklukları, madde bağımlılığı ve kronik hastalıklar gibi diğer tıbbi durumlarla birlikte ortaya çıkar ve etiyolojisini daha da karmaşık hale getirir.
Depresyona katkıda bulunan faktörlerin karmaşık etkileşimi göz önüne alındığında, genetik, biyokimyasal, psikolojik ve çevresel faktörleri ele alan bütünleştirici bir yaklaşım, etkili tedavi ve yönetim için gereklidir.
Depresyon teorileri
Riemann’ın Teorisi
Fritz Riemann, insan kişiliği ve depresyon da dahil olmak üzere psikolojik bozukluklar üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan bir Alman psikanalistti. Teorisi, depresyonun varoluşsal korku ve kaygılardan kaynaklandığı fikrine odaklanıyor. Riemann’a göre her insanın yaşadığı dört temel varoluşsal kaygı türü vardır: sevgi ve bağlılık korkusu, kendini ortaya koyma korkusu, ayrılık korkusu ve değişim korkusu. Bireylerin bu kaygılar onları bunalttığında ve uyum sağlayamadıklarında veya etkili bir şekilde başa çıkamadıklarında depresyona girdiklerini öne sürdü.
Riemann’ın bakış açısı, depresyonu sadece kimyasal dengesizlikler veya yaşam olaylarından ziyade daha geniş varoluşsal kaygılara ve içsel korkulara bağlayarak, depresyonu anlamak için psikodinamik bir bakış açısı sağlıyor. Bu varoluşsal korkularla mücadelenin depresif belirtileri tedavi etmenin anahtarı olabileceği fikrini sunarak, depresyonun psikolojik anlayışına ekstra bir katman katıyor.
Mentzos’un Psikodinamik Yaklaşımı
Stavros Mentzos depresyona psikodinamik bir bakış açısı sunuyor. Mentzos’a göre depresyon sıklıkla, benliğin ve başkalarının zihinsel temsillerini ifade eden bir terim olan içselleştirilmiş nesne ilişkilerinden kaynaklanır. Bu içselleştirilmiş nesneler özeleştiriye, suçluluğa ve öz değerin azalmasına yol açabilir. Mentzos, depresyonun ardındaki duygusal ve kişilerarası faktörlere odaklanarak çocukluk deneyimlerinin rolünü ve bu içsel temsillerin depresif belirtileri nasıl oluşturup etkilediğini vurguluyor.
Alman psikiyatrist ve psikanalist Stavros Mentzos, sıklıkla “şeytanın döngüsü” olarak adlandırılan depresyona etiyolojik bir açıklama getirdi. Mentzos’a göre depresyon, kişinin hayatındaki önemli insanlardan gelen sevgi kaybı veya algılanan sevgi kaybıyla tetiklenebilir. Bu algılanan kayıp, Mentzos’un “benliğin çöküşü” olarak tanımladığı duruma yol açarak bireyin özgüvenini ve öz değerini etkiler.
Mentzos’un modelindeki şeytan döngüsü, bireyin benliğin bu çöküşüne, genellikle daha fazla algılanan reddedilme veya kayıptan kaçınmak için koruyucu bir mekanizma olarak geri çekilme veya izolasyon yoluyla tepki verdiği kısır döngüyü tanımlar. Ancak bu geri çekilme, bireyin depresyonunu daha da şiddetlendirerek, onu sosyal desteklerden ve anlamlı ilişkilerden daha da uzaklaştırarak döngüyü körükler.
İşte döngünün basitleştirilmiş bir taslağı:
- Kaybı Tetiklemek: Önemli kişilerden gelen sevginin veya onayın kaybı, döngüyü tetikler.
- Benliğin Çöküşü: Bu kayıp, derin bir değersizlik duygusuna neden olur ve benlik saygısını etkiler.
- Çekilme: Buna karşılık birey, kendisini daha fazla incinmekten korumak için sosyal ve kişilerarası faaliyetlerden çekilir.
- Daha Fazla Yalıtılma ve Reddedilme: Bu geri çekilme sıklıkla daha fazla izolasyona yol açar, bu da başkaları tarafından fiilen reddedilmeyle sonuçlanabilir, böylece bireyin başlangıçtaki korkusu teyit edilir ve döngüye geri besleme sağlanır.
- Depresyonun Derinleşmesi: Geri çekilme, izolasyon ve reddedilme döngüsü, depresif belirtilerin derinleşmesine yol açarak döngüyü kırmayı giderek zorlaştırır.
Bu etiyolojik açıklama, bireyin içsel duygusal dünyası ile dışsal sosyal ve kişilerarası ilişkileri arasındaki karmaşık etkileşimin anlaşılmasında özellikle faydalıdır.
Temel Farklılıklar
Biyolojik ve Psikolojik: Riemann’ın yaklaşımı daha biyolojik odaklı olup uyku ve günlük ritimlere odaklanırken, Mentzos’un yaklaşımı psikolojiktir ve içselleştirilmiş nesne ilişkileri ve duygusal durumlara odaklanır.
Nedensellik: Riemann uykusuzluğu depresyonun olası bir nedeni olarak görürken, Mentzos iç duygusal çatışmaları katkıda bulunan faktörler olarak görüyor.
Tedavinin Sonuçları: Riemann’ın teorisi, uyku düzenlemesi ve ilaç tedavisine odaklanan tedavilere yol açabilirken Mentzos, duygusal çatışmaları çözmek için psikodinamik terapi gibi psikoterapi yöntemlerine daha fazla yönelecektir.
Odaklanma: Riemann’ın yaklaşımı daha çok semptom odaklıyken Mentzos, depresyona katkıda bulunan altta yatan duygusal ve psikolojik faktörlere daha derinlemesine dalıyor.
Depresyonu anlamak çok yönlü bir yaklaşımı gerektirir ve Riemann ve Mentzos’un teorileri gibi teoriler, durumun incelenebileceği benzersiz mercekler sunar. Bakış açılarındaki farklılıklar depresyonun karmaşıklığını yansıtıyor ve bu çok yönlü ruh sağlığı sorununu anlamak veya tedavi etmek için tek bir yaklaşımın yeterli olmayabileceğini vurguluyor.
Freudcu teoride süperego, genellikle ebeveynler gibi otorite figürleriyle erken deneyimler yoluyla oluşan ahlaki pusula ve içsel eleştirmen görevi görür. Aşırı derecede katı veya katı bir süperego, ısrarcı suçluluk, değersizlik duyguları ve hatta depresyonla sonuçlanabilir.
Freud’unki gibi psikodinamik teorilerin, depresyonu anlamaya yönelik birçok çerçeveden biri olduğunu belirtmek önemlidir. Depresyonun olası duygusal ve kişilerarası kökenleri hakkında fikir verirler ancak kesin açıklama olarak evrensel olarak kabul edilmezler.
- Aaron T. Beck: Bilişsel Terapinin (daha sonra Bilişsel Davranışçı Terapi veya BDT olarak yeniden adlandırıldı) geliştirilmesiyle tanınan Beck’in modeli, depresyonun gelişimi ve sürdürülmesinde olumsuz düşünce kalıplarının rolüne odaklanıyor.
- Martin Seligman: Depresyon modeli olarak öğrenilmiş çaresizlik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Daha sonra olumlu duyguların ve niteliklerin nasıl oluşturulacağını anlamayı hedefleyerek araştırmasını pozitif psikolojiye genişletti.
- John Bowlby: Doğrudan bir depresyon araştırmacısı olmasa da bağlanma teorisi, depresif belirtilerin gelişimsel kökenlerini anlamada etkili olmuştur.
- Peter Lewinsohn: Depresyonun olumlu pekiştirme eksikliğinden kaynaklandığını öne süren Davranışsal Depresyon Teorisi’ni geliştirdi.
- Sidney Blatt: Kişilerarası ilişkiler ve kendini tanımlamayla ilgili konulara odaklanan iki konfigürasyonlu depresyon modeliyle tanınır.
- Donald Klein: Endojen depresyon ve bunun biyolojik temelleri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır.
- Rollo May: Depresyonu varoluşsal kaygı ve “insan ikilemi” bağlamında tartışan varoluşçu bir psikolog.
- Julian Rotter: Sosyal Öğrenme Teorisi aynı zamanda depresyonun, özellikle de akıl sağlığında “kontrol odağı”nın rolünün anlaşılmasına yönelik çıkarımlara sahipti.
- Johann Hari: Klinik psikolog olmasa da “Kayıp Bağlantılar” adlı kitabında depresyona katkıda bulunan toplumsal ve çevresel faktörler üzerine kapsamlı yazılar yazan çağdaş bir şahsiyet.
- George Brown ve Tirril Harris: Depresyonun sosyal kökenleri, özellikle de yaşam olaylarının ve sosyal destek ağlarının rolü üzerine yaptıkları çalışmalarla tanınıyorlar.
Dieter Riemann’ın depresyon teorisi büyük ölçüde uykunun ve günlük ritimlerin rolüne odaklanıyor. Bu biyolojik ritimlerdeki, özellikle de uyku mimarisindeki bozulmaların, depresyonun gelişmesine ve sürdürülmesine katkıda bulunduğunu öne sürüyor. Riemann ayrıca uykusuzluğun sadece bir semptom değil aynı zamanda depresyonun potansiyel bir nedeni olduğunu da vurguluyor. Teorisi, uyku anormalliklerini hedeflemenin, depresyonu etkili bir şekilde tedavi etmenin çok önemli bir yönü olabileceğini öne sürüyor.
Klinik
Yaygın Belirtiler
Majör Depresyonun belirtileri duygusal ve zihinsel olarak sakatlayıcı olabilir. Anahtar belirtiler şunları içerir:
Bilişsel Belirtiler
- Konsantrasyon ve karar vermede zorluk
- Unutkanlığın artması
- Yavaş düşünme
Duygusal Belirtiler
- sinirlilik
- Endişeli ruh hali
- Değersiz hissetmek
- Ağır suçluluk duygusu
- Çaresizlik
Fiziksel belirtiler
- İştah kaybı ve kilo kaybı
- Seks dürtüsünün azalması
- Uykuya dalmada sorunlar ve uykunun bölünmesi
Bölümlerin Süresi
Tek bir Majör Depresyon atağı tedavi edilmediği takdirde genellikle yaklaşık altı ila sekiz ay sürer. Ancak psikofarmakoterapi ve psikoterapiyi içeren yeterli terapiyle bu süre iki ila dört aya kadar azaltılabilir. Hastalığın ciddiyeti de uygun tedaviyle önemli iyileşme gösterir.
Prognoz ve Kroniklik
Majör Depresyon tanısı alan hastaların sonuçları değişkendir. Hastaların yaklaşık %80’inde iki yıl içinde depresif belirtilerde gerileme görülmektedir. Bununla birlikte, yaklaşık %20’sinde hastalığın kronik bir seyri gelişmeye devam etmektedir.
Kronik depresyon
Kronik depresyon iki ana şekilde ortaya çıkabilir:
- ‘Çifte Depresyon’: Burada, Majör Depresyon epizodları (“depresif epizodlar”), distimi olarak bilinen kronik, daha hafif bir depresyonun üzerine bindirilir. Daha az belirgin olan semptomlar, zamanın en az %50’sinde iki yıl boyunca devam eder ve epizodlar arasında bile devam eder.
- Kalıcı Depresif Dönemler: Bunlar, iki yıldan fazla süren ve önemli bir iyileşme olmaksızın devam eden depresif dönemlerdir.
Teşhis
Majör Depresif Bozukluk için DSM-5 Kriterleri
Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı Beşinci Baskıya (DSM-5) göre, bir kişide aynı 2 haftalık süre içinde aşağıdaki belirtilerden en az beşi görülmeli ve belirtilerden en az biri aşağıdakilerden biri olmalıdır (1) ) depresif ruh hali veya (2) ilgi veya zevk kaybı:
- Neredeyse her gün, günün çoğunda depresif ruh hali
- Etkinliklerin tamamına veya neredeyse tümüne karşı ilginin veya zevkin belirgin biçimde azalması
- Diyet yapmadığınızda belirgin kilo kaybı veya kilo alımı ya da iştahta azalma veya artış
- Neredeyse her gün uykusuzluk veya aşırı uykusuzluk
- Neredeyse her gün psikomotor ajitasyon veya gerileme
- Neredeyse her gün yorgunluk veya enerji kaybı
- Değersizlik veya aşırı suçluluk duygusu
- Düşünme, konsantre olma veya karar verme yeteneğinde azalma
- Tekrarlayan ölüm düşünceleri, intihar düşüncesi veya intihar girişimleri
Depresif Epizod için ICD-10 Kriterleri
Uluslararası Hastalık Sınıflandırması, 10. Baskı (ICD-10), semptomların sayısına ve şiddetine göre depresif dönemleri hafif, orta veya şiddetli olarak sınıflandırır. Ortak kriterler şunları içerir:
- Depresyon hali
- İlgi ve zevk kaybı
- Azalan enerji veya artan yorulma
- Güven veya benlik saygısı kaybı
- Mantıksız suçluluk veya kendini suçlama duyguları
- Tekrarlayan ölüm veya intihar düşünceleri
- İştah azalması
- Uyku bozuklukları
- Psikomotor ajitasyon veya gerileme
Ek Tanı Kriterleri
Küresel olarak kullanılan diğer bazı sınıflandırma sistemleri veya tarama araçları şunları içerir:
- Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HAM-D): 21 soruluk çoktan seçmeli bir anket.
- Beck Depresyon Envanteri (BDI): 21 soruluk bir öz bildirim envanteridir.
- Geriatrik Depresyon Ölçeği (GDS): Yaşlı yetişkinler için kullanılır ve depresyonun duygusal ve bilişsel yönlerine odaklanır.
Bu kriterler dizisi, sağlık hizmeti sağlayıcılarının depresyonu teşhis etmek, ciddiyetini belirlemek ve uygun bir tedavi planı geliştirmek için kullandıkları araçlardır.
Sınıflandırma
ICD-10 Sınıflandırması
Uluslararası Hastalık Sınıflandırması 10. Baskı (ICD-10), şu anda tıbbi uygulamada depresyon da dahil olmak üzere çeşitli durumların teşhisi için zorunludur. ICD-10, depresyonu atakların ciddiyetine göre hafif, orta ve şiddetli olarak sınıflandırır. Şiddetli depresif dönemler ayrıca psikotik semptomlarla birlikte veya psikotik semptomlar olmadan da tanımlanabilir.
Kronik Depresyon ve ICD-10
ICD-10’a göre kronik depresyon iki türe ayrılır: distimi ve tekrarlayan depresyon. Distimi, depresyonun kronik ancak daha hafif bir biçimini ifade ederken, tekrarlayan depresyon zaman içinde birden fazla atak anlamına gelir.
DSM-5 Yaklaşımı
Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı, Beşinci Baskı (DSM-5), özellikle kronik depresyon için daha kesin bir çerçeve sunmaktadır. DSM-5, ek depresif dönemlerin önceden var olan kronik depresif ruh hallerine kademeli olarak katkıda bulunabileceği ‘çifte depresyon’ kavramını ortaya koymaktadır.
DSM-5 ve Keder Tepkileri
ICD-10 ile DSM-5 arasındaki önemli bir fark, yas tepkilerinin tedavisidir. DSM-5’te yas tepkilerinin depresyon için tanı kriteri olarak dışlanması kaldırılarak tanı kapsamı genişletildi.
Organik Depresyon
ICD-10 ayrıca tiroid fonksiyon bozukluğu, hipofiz veya adrenal bozukluklar, felç veya frontal beyin sendromu gibi fiziksel hastalıkların neden olduğu organik depresyonu (F06.3) da ayırt eder. Örneğin hamilelikten sonra veya ergenlik döneminde hormonal değişikliklerden kaynaklanan depresyonun organik depresyon olarak kabul edilmediği açıkça belirtilmektedir. Somatik bir hastalığın depresyona neden olduğu durumlarda tanısal yönlendirme daha net olup doktorlara tedavi için daha fazla endikasyon sağlanmaktadır.
Tedavi
Depresyon dünya çapında milyonlarca insanı etkileyen karmaşık bir zihinsel sağlık bozukluğudur. Karmaşık doğası göz önüne alındığında, depresyonu tedavi etmek genellikle psikoterapi, ilaç tedavisi ve yardımcı tedavileri içeren çok yönlü bir yaklaşımı gerektirir.
Psikoterapi
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)
BDT günümüzde en yaygın kullanılan psikoterapötik yöntem olmaya devam etmektedir. Albert Ellis ve Aaron T. Beck gibi öncüler tarafından geliştirilen bu yöntem, depresif belirtileri tetikleyen düşünce kalıplarını belirlemeye ve değiştirmeye odaklanıyor.
Kişilerarası Terapi
Klinik araştırmalar, Weissman ve Klerman’ın da vurguladığı gibi, kişilerarası terapinin başka bir etkili yaklaşım olduğunu göstermektedir. Bu terapi türü, depresyona katkıda bulunan ilişki sorunlarını ele alır.
Derinlik Psikolojik ve Analitik Yöntemler
Bu teknikler çocukluktan kaynaklanan psikolojik sorunları ve bunların sonucunda ortaya çıkan tutumları inceler. Bunlar hala tıbbi psikoterapistler tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır.
Grup Terapileri
Grup terapötik prosedürleri, sosyal geri çekilmenin üstesinden gelmeyi ve etkileşim becerilerini geliştirmeyi amaçlamaktadır.
Rol Oynama Teknikleri
Psikodrama gibi yöntemler, kısıtlayıcı düşünce kalıplarını kırmaya yardımcı olabilir.
Farmakoterapi
Antidepresanlar
Serotonin geri alım inhibitörleri (örneğin fluoksetin) gibi daha yeni antidepresanların, trisiklikler gibi eski ilaçlara göre daha az yan etkisi vardır.
Antidepresan Çeşitleri
- Serotonin geri alım inhibitörleri (örn. sitalopram, sertralin)
- Trisiklik antidepresanlar (örn. amitriptilin)
- Tetrasiklik antidepresanlar (örn. mirtazapin)
- Serotonin-norepinefrin geri alım inhibitörleri (örn. venlafaksin)
- Dopamin-norepinefrin geri alım inhibitörü (örneğin bupropion)
- Monoamin oksidaz inhibitörleri (örn. moklobemid)
- Manik-depresif bozukluklar için lityum
- Esketamin (burun spreyi)
- Bitkisel ilaçlar
- St. John’s wort genellikle hafif ila orta dereceli vakalarda kullanılır. Ancak etkinliği halen tartışmalıdır.
Özel Hususlar
Sıtmaya yatkın bölgelere seyahat etmek dikkatli olmayı gerektirir çünkü bazı sıtma ilaçları depresif belirtileri şiddetlendirebilir.
Tedavi Aşamaları
- Akut Tedavi: İlaç ve psikoterapinin başlangıç aşamasıdır.
- İdame Tedavisi: Akut tedaviden sonra aynı dozun sürdürülmesini içerir.
- Uzun Süreli veya Nüksün Önlenmesi: Nüksün önlenmesi için sürekli tedavi.
Ek Tedaviler
- Kronik vakalarda sosyoterapi
- Şiddetli semptomlar nedeniyle hastaneye yatış
- Tıbbi Olmayan Somatik Prosedürler: Elektrospazm terapisini, uyku yoksunluğu terapisini ve ışık terapisini içerir.
- Rehabilitatif Terapiler: Spor terapisi, rahatlama teknikleri ve hareket terapisi gibi.
Depresyonu tedavi etmek herkese uyan tek bir yaklaşım değildir; genellikle bireyin ihtiyaçlarına göre uyarlanmış terapilerin bir kombinasyonunu içerir. Hem psikoterapötik yöntemler hem de ilaçlardaki ilerlemelerle birlikte, etkili tedavi için birçok yol vardır.

Tarih
“Depresyon” kelimesi Latince “basmak” anlamına gelen “deprimere” kelimesinden gelir. İngilizce’de ilk kez 14. yüzyılda vadi veya oyuk gibi fiziksel bir çöküntüyü ifade etmek için kullanıldı. 17. yüzyılda kelime mecazi olarak üzüntü veya umutsuzluk durumunu ifade etmek için kullanılmaya başlandı.
Tıbbi bir durum olarak depresyonun geçmişi daha karmaşıktır. Eski Yunanlılar ve Romalılar depresyonun belirtilerini biliyorlardı ancak bu durumu tanımlayacak tek bir kelimeye sahip değillerdi. Depresyonun farklı yönlerini tanımlamak için “melankoli” ve “hipokondri” gibi çeşitli terimler kullandılar.
Modern depresyon kavramı 19. yüzyılda ortaya çıkmaya başladı. 1818’de İngiliz doktor James Cowles Prichard, fiziksel bir hastalığın neden olmadığı bir grup zihinsel bozukluğu ifade etmek için “nevroz” terimini icat etti. Depresyon, Prichard’ın tanımladığı nevrozlardan biriydi.
20. yüzyılın başlarında Alman psikiyatrist Emil Kraepelin depresyon kavramını daha da geliştirdi. Depresyonu iki ana türe ayırdı: manik-depresif bozukluk (şimdi bipolar bozukluk olarak biliniyor) ve tek kutuplu depresyon. Kraepelin ayrıca depresyonun beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklandığına inanıyordu.
1950’ler depresyona yönelik ilk etkili tedavilerin uygulamaya konduğu yıllardı. Bu tedavilerden ilki, antidepresan etkisi olduğu tespit edilen iproniazid ilacıydı. Sonraki yıllarda trisiklik antidepresanlar ve seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI’lar) dahil olmak üzere başka antidepresanlar geliştirildi.
Günümüzde depresyon dünyadaki en yaygın ruhsal bozukluklardan biridir. Dünya çapında 300 milyondan fazla insanın depresyondan muzdarip olduğu tahmin ediliyor. Depresyon için ilaç tedavisi, psikoterapi ve yaşam tarzı değişiklikleri dahil olmak üzere çeşitli etkili tedaviler mevcuttur.
- yüzyıl: “Depresyon” kelimesi ilk kez İngilizce’de fiziksel depresyonu ifade etmek için kullanıldı.
- yüzyıl: Kelime, mecazi olarak üzüntü veya umutsuzluk durumunu ifade etmek için kullanılmaya başlandı.
1818: İngiliz doktor James Cowles Prichard, “nevroz” terimini, fiziksel bir hastalığın neden olmadığı bir grup zihinsel bozukluğa atıfta bulunmak için kullandı. Depresyon Prichard’ın tanımladığı nevrozlardan biridir. - yüzyılın başları: Alman psikiyatrist Emil Kraepelin depresyon kavramını daha da geliştirdi. Depresyonu iki ana türe ayırıyor: manik-depresif bozukluk (şu anda bipolar bozukluk olarak biliniyor) ve tek kutuplu depresyon. Kraepelin ayrıca depresyonun beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklandığına inanıyor.
1950’ler: İproniazid de dahil olmak üzere depresyona yönelik ilk etkili tedavilerin tanıtılması.
1960’lar: Trisiklik antidepresanların ve MAO inhibitörlerinin gelişimi.
1970’ler: SSRI’ların gelişimi.
1980’ler: İlk seçici serotonin geri alım inhibitörlerinin (SSRI’lar) piyasaya sürülmesi.
1990’lar: Atipik antidepresanlar ve çift etkili antidepresanlar gibi diğer antidepresan türlerinin geliştirilmesi.
2000’ler: Ketamin ve transkraniyal manyetik stimülasyon (TMS) gibi depresyona yönelik daha yeni tedavilerin geliştirilmesi.
Depresyonun tarihi uzun ve karmaşıktır. Ancak son yıllarda bu durumu anlama ve tedavi etme konusunda önemli ilerlemeler kaydedildi. Günümüzde depresyon için çeşitli etkili tedaviler mevcuttur ve bu durumdan muzdarip birçok insan dolu dolu ve üretken bir hayat yaşayabilir.
Kaynak:
- World Health Organization. “Depression.” WHO, 2020.
- World Health Organization. “ICD-10: International Statistical Classification of Diseases and Related Health Problems (10th Revision).” WHO, 2016.
- American Psychiatric Association. “Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fifth Edition (DSM-5).” APA, 2013.
- American Psychiatric Association. “Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fifth Edition (DSM-5).” APA, 2013.
- Beck, A.T., Rush, A.J., Shaw, B.F., & Emery, G. “Cognitive Therapy of Depression.” Guilford Press, 1979.
- Weissman, M.M., & Klerman, G.L. “Interpersonal Psychotherapy of Depression.” Basic Books, 1984.
- Freud, Sigmund. “The Ego and the Id.” W.W. Norton & Company, 1960.
- Erikson, Erik H. “Childhood and Society.” W.W. Norton & Company, 1950.
- Steinberg, L., & Silverberg, S. B. (1986). The Vicissitudes of Autonomy in Early Adolescence. “Child Development”, 57(4), 841-851.
- Ryan, R. M., & Deci, E. L. (2000). Self-determination theory and the facilitation of intrinsic motivation, social development, and well-being. “American Psychologist,” 55(1), 68-78.
- Sullivan, P. F., Neale, M. C., & Kendler, K. S. (2000). Genetic epidemiology of major depression: Review and meta-analysis. “American Journal of Psychiatry”, 157(10), 1552-1562.
- Nutt, D. J. (2008). Relationship of neurotransmitters to the symptoms of major depressive disorder. “Journal of Clinical Psychiatry”, 69 Suppl E1, 4-7.
- Beck, A. T. (1967). Depression: Clinical, experimental, and theoretical aspects. New York: Hoeber Medical Division, Harper & Row
- Beck, A. T., Rush, A. J., Shaw, B. F., & Emery, G. (1979). “Cognitive therapy of depression.” New York: Guilford Press.
- Seligman, M. E. P. (1972). “Learned helplessness.” Annual Review of Medicine, 23(1), 407-412.
- Bowlby, J. (1969). “Attachment and loss v. 3 (Vol. 1).” Random House UK.
- Lewinsohn, P. M. (1974). “A behavioral approach to depression.” In R. J. Friedman & M. M. Katz (Eds.), The psychology of depression: Contemporary theory and research. Oxford, England: John Wiley & Sons.
- Blatt, S. J., & Zuroff, D. C. (1992). “Interpersonal relatedness and self-definition: Two prototypes for depression.” Clinical Psychology Review, 12(5), 527-562.
- Klein, D. F. (1974). “Endogenomorphic depression: A conceptual and terminological revision.” Archives of General Psychiatry, 31(4), 447-454.
- May, R. (1958). “Existence: A new dimension in psychiatry and psychology.” New York: Basic Books.
- Rotter, J. B. (1966). “Generalized expectancies for internal versus external control of reinforcement.” Psychological Monographs: General and Applied, 80(1), 1.
- Hari, J. (2018). “Lost connections: Uncovering the real causes of depression–and the unexpected solutions.” Bloomsbury Publishing USA.
- Brown, G. W., & Harris, T. (1978). “Social origins of depression: A study of psychiatric disorder in women.” London: Tavistock.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.