“Dementia Praecox”, günümüzde büyük ölçüde şizofreni olarak tanınan bir zihinsel bozukluğu tanımlamak için kullanılan tarihsel bir terimdir.
“Dementia Praecox” terimi Latince “delilik” anlamına gelen “dementia” ve “erken” anlamına gelen “praecox” sözcüklerinden türetilmiştir. Esasen, “erken bunama” veya “erken başlangıçlı bunama” anlamına gelir.
Bu terim ilk olarak 1891 yılında Alman psikiyatrist Arnold Pick tarafından ortaya atılmış, ancak bir başka Alman psikiyatrist olan Emil Kraepelin tarafından yaygınlaştırılmıştır. Kraepelin, modern psikiyatrinin gelişiminde kilit bir figür olarak kabul edilir ve onun “Dementia Praecox” teşhis konseptinin alan üzerinde derin bir etkisi olmuştur.
Kraepelin, Dementia Praecox’un ergenlik veya erken yetişkinlik döneminde başlayan bilişsel bir düşüşe yol açan dejeneratif bir hastalık olduğuna inanıyordu. Bu hastalığı manik-depresif psikozdan hastalığın seyrine göre ayırmış, Demans Praecox’un kronik ve kötüleşen bir seyir izlediğine, manik-depresif psikozun ise periyodik ve kötüleşmeyen bir seyir izlediğine inanmıştır.
Klinik Özellikler ve Teşhis:
Dementia Praecox teşhisi konan hastalar halüsinasyonlar, sanrılar, mantıksız düşünme, tutarsız konuşma ve tuhaf davranışlar dahil olmak üzere günümüz şizofrenisine benzer semptomlar sergileyecektir.
Tedavi açısından, demans praecox’un yaygın olarak kullanılan bir teşhis olduğu 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında seçenekler sınırlıydı. O dönemde bu durum için etkili bir ilaç bulunmamaktaydı. Tedaviler büyük ölçüde iyileştirmeden ziyade bakım ve kontrol altına almaya odaklanmıştı. Hastalar tipik olarak yiyecek, barınak ve temel bakım aldıkları akıl hastanelerine yerleştiriliyordu.
Psikoterapi bugün olduğu gibi yaygın olarak kullanılmıyordu ve akıl hastalığı anlayışı bu kadar gelişmiş değildi. Daha aşırı ve artık gözden düşmüş tedavilerden bazıları insülin şok tedavisi ve prefrontal lobotomiyi içeriyordu.
Antipsikotik ilaçların 20. yüzyılın ortalarında kullanılmaya başlanması şizofreni tedavisinde büyük bir atılım oldu. Bu ilaçlar bir tedavi olmamakla birlikte, hastalığın semptomlarını yönetmeye yardımcı olabilir ve şizofreni hastası birçok kişinin kurumlarda değil toplum içinde yaşamasına olanak sağlamıştır.
Günümüzde şizofreniyi yönetmek için genellikle ilaç, psikoterapi, yaşam tarzı değişiklikleri ve sosyal desteğin bir kombinasyonu kullanılmaktadır. Kesin tedavi planı, bireyin spesifik semptomlarına ve ihtiyaçlarına bağlı olarak değişebilir.
Şizofreniye geçiş:
İsviçreli psikiyatrist Eugen Bleuler, Kraepelin’in bozukluğun bilişsel gerileme ile karakterize olduğu fikrine karşı çıktı ve 1908’de “şizofreni” terimini ortaya attı. Hastalığın mutlaka ilerleyici olmadığını ve her zaman zihinsel bozulmaya yol açmadığını savundu. Bleuler’in terimi ve bozukluk anlayışı giderek kabul gördü ve 20. yüzyılın ortalarında “şizofreni” psikiyatrik terminolojide büyük ölçüde “Dementia Praecox “un yerini aldı.
Günümüzde şizofreni teşhisi ve anlayışı Kraepelin’in orijinal Dementia Praecox kavramından önemli ölçüde evrilmiştir, ancak ruhsal bozuklukların tanımlanması ve sınıflandırılmasına yaptığı katkı hala psikiyatri alanında temel olarak kabul edilmektedir.