Geleneksel psikiyatrik uygulamaların belirli yönlerine karşı çıkan veya bunları eleştiren bir hareket ve felsefedir. Bazı psikiyatrik tedavilerin etkinliği ve etiği, insan deneyimlerinin tıbbileştirilmesi ve psikiyatristler ile hastalar arasındaki güç dinamikleri hakkındaki endişeler nedeniyle 1960’lar ve 1970’lerde ortaya çıkmıştır.
Antipsikiyatri hareketinin önemli isimleri arasında şunlar yer almaktadır
R.D. Laing: İskoç bir psikiyatrist olan Laing, şizofreni ve diğer akıl hastalıklarına yönelik geleneksel psikiyatrik yaklaşımı eleştirmiştir. Akıl hastalığının olumsuz sosyal koşullara karşı doğal bir tepki olduğuna ve psikozun bazı bireyler için dönüştürücü bir deneyim olabileceğine inanıyordu. Laing’in çalışmaları, hastaların öznel deneyimlerini ve akıl hastalığının sosyal bağlamını anlamanın önemini vurgulamıştır.
Thomas Szasz: Amerikalı bir psikiyatrist ve profesör olan Szasz, psikiyatrinin tıbbi modelinin önde gelen eleştirmenlerinden biriydi. Akıl hastalığının bir “mit” olduğunu ve psikiyatrik tanıların yalnızca sosyal olarak kabul edilemez davranışlar için etiketler olduğunu savunmuştur. Szasz bireysel özgürlüğün savunucusuydu ve istemsiz psikiyatrik tedavinin hastaların medeni haklarını ihlal ettiğine inanıyordu.
Michel Foucault: Fransız filozof ve sosyal teorisyen Foucault, psikiyatrinin ve akıl hastalığı kavramının tarihsel gelişimini analiz etmiştir. Psikiyatrinin, toplumsal normlardan sapan bireyleri kategorize etmek, etiketlemek ve disipline etmek için kullanılan bir sosyal kontrol aracı olduğunu savundu.
David Cooper: Güney Afrikalı bir psikiyatrist olan Cooper, “antipsikiyatri” terimini ortaya atmış ve hareketin kilit isimlerinden biri olmuştur. Geleneksel psikiyatrinin baskıcı ve insanlıktan çıkarıcı olduğunu ve ruhsal sıkıntıya katkıda bulunan altta yatan sosyal ve politik faktörleri ele almakta başarısız olduğunu savunmuştur.
Antipsikiyatri hareketi tarafından dile getirilen temel endişeler ve eleştiriler şunlardır:
İstemsiz tedavi: Antipsikiyatri aktivistleri, zorlayıcı, güçsüzleştirici ve potansiyel olarak zararlı olabileceğini savunarak, istemsiz tedavi ve psikiyatrik hastaneye yatış kullanımını sıklıkla eleştirmektedir.
Tıbbileştirme: Hareket, belirli davranış ve deneyimleri patolojik olarak kategorize eden tıbbi akıl hastalığı modelini eleştirmekte ve bunun damgalama ve marjinalleştirmeye katkıda bulunabileceğini savunmaktadır.
Teşhis güvenilirliği ve geçerliliği: Antipsikiyatri aktivistleri, psikiyatrik tanıların güvenilirliğini ve geçerliliğini sorgulamakta, bunların genellikle keyfi olduğunu ve kültürel ve sosyal faktörlerden etkilendiğini öne sürmektedir.
Tedavi etkinliği ve etik: Hareket, elektrokonvülsif terapi (EKT) ve psikotropik ilaçlar gibi bazı psikiyatrik tedavilerin etkinliği ve yan etkileri hakkında endişeleri dile getirmektedir.
Güç dinamikleri: Antipsikiyatri savunucuları, psikiyatristler ve hastalar arasındaki güç dengesizliğini ele alarak ruh sağlığı hizmetlerine daha eşitlikçi, hasta merkezli bir yaklaşımın gerekliliğini vurgulamaktadır.
Antipsikiyatri hareketi ruh sağlığı hizmetlerine ilişkin eleştirel tartışmaların alevlenmesinde etkili olmuş olsa da, psikiyatri alanının zaman içinde evrim geçirdiğini ve geliştiğini kabul etmek önemlidir. Günümüzde pek çok ruh sağlığı uzmanı, antipsikiyatri aktivistleri tarafından dile getirilen eleştirilerin unsurlarını içeren daha bütüncül, kişi merkezli ve iyileşme odaklı bir yaklaşım benimsemektedir.